11 Şubat 2013

GAZİANTEP REHBERİ 3


Selamlar çocuklar, 

Geldik gezimizin son gününe... Saat 07.30 suları...Niyet ettik sabah erkenden kalkıp Gaziantep kahvaltı kültürünün bir diğer örneği "Beyran Çorbası"nı içmeye. Bir çok yerde rastlayabiliyorsunuz bu çorbaya. Hatta gün içinde de pişiren yerler var. Ancak geleneksel olanı sabah içileni ve saat 10.00 gibi biteni :) Biz de yine araştırmalarımız ve tavsiyeler üzerine "Metanet Beyran Salonu"na gittik. Metanetin yeri Eski Tekke Camisi civarında. Eski tip büyük esnaf lokantalarına benziyor. Lüks namına hiç bir şey yok. İçeride yoğun bir nem var. aynalar ve camlar hep buharlı. Çünkü içeride sürekli kaynayan çorba ve haşlanan etler var. İki katlı, biz ikinci katına çıktık. Beyran,paça ve mercimek çorbası var mönüde.

Biz eşimle birer Beyran çorbası istedik. Acı olduğunu tahmin ederek oğlana da eti, pilavı ve sade suyundan ısmarladık. Başladık beklemeye. Bu sırada etrafa şöyle bir göz attım. Gelenlerin çoğu dışardan gelmiş belli. Alt katta da sanırım yöre esnafı vardı. İnerken bir daha dikkat ederim diye bir kenara not aldım. Harıl harıl çalışan, çalışkan garsonlar var. Geniş ve kalabalık bir grup oturuyor orta masada. Gerilerde üniversite öğrencileri var. Bir de tek tük ailelerin oturduğu masalar. Nihayet çorbalarımız da geldi...  


Ben beyran çorbasını çok beğendim. Haşlanmış et, haşlanmış pirinç ve haşlama suyu üzerine sirkeli sarımsaklı bol acılı bir sos döküyorlar. Bu haşlama işlemi 10 saat sürüyormuş. Bizi neredeyse akşam üzerine kadar da tok tuttu.


Oğlum da kendi payına düşen acısızı severek yedi. Bir yandan da "yesim" yaptı tuz ve biber ile. O oyalanırken birer zehir gibi koyu demli çay içtik. Yani ben yarım bardak içtim.


Farkettiğim ilginç bir nokta daha var. Gaziantep'te evlerde pişen yemekler de, sokaklarda satılan yemekler de et ağırlıklı. Et fiyatları da makul. Kasaplara şöyle bir bakmıştım. Bol da baklava yiyiyorlar. Ancak hiç şişman insan yok. İstanbul'da adım başı kilolu adamlar, artık bel oyuntularını kaybetmiş tomruk misali kadınlar dolu... Ben burada hiç şişman insan göremedim. Bol acı mı zayıflatıyor bunları acaba?

Orada karnımızı bir güzel doyurup,  başladık "Savaş Müzesi"ni aramaya. Gaziantep'te müzelere girişi fiyatları çok uygun. 1-5 TL arasında bazıları ise ücretsiz. Savaş müzesi anlı şanlı Gaziantep mücadelesini bir kere daha bizlere hatırlattı. Vatanını seven her Türk gibi gözlerimiz yaşardı. Tabii her an konsantre olamıyorsunuz. Çünkü yanınızda anne ben" taaşan" oldum "Dıp dıp" "dıplıyom" diyen bir evladımız vardı :)) 

Aşağıda bir kaç kare var. Çok güzel, açıklayıcı poster ve heykeller de vardı. 














Müze eski bir konağın restorasyonu ile oluşmuş. İki kat halinde. Bir de aşağı mağaraya inen bir kısmı var ki, orada kendinizi o dönemde oyulmuş bir mağaranın içinde, canla başla uğraşan cengaver Anteplilerle beraber bomba imha ediyor sanıyorsunuz...







Biz mağaraları gezerken müze görevlisi oğlumla ilgilenmek için gönüllü oldu. Kendisi anaokulu öğretmeniymiş, bu nedenle oğlum da o da bu beraberlikten epey keyif aldılar :) Biz de rahat rahat, duygu seline kapılarak gezdik.


Ardından "Tarihi Tekke Camii" içindeki "Mevlevihane" yi görmeye gittik. Burada balmumu heykeller, müzeye armağan edilen, mevlevihaneye ait eşyalar, eski Kuran-ı Kerim yazmaları vs var. Ayrıca yine mevlevihanede kullanılmış eski halı ve kilimler sergileniyor. Ancak müzeyi gezmenize yardım eden güvenlik görevlileri savaş müzesindeki kadar hoşgörülü değillerdi. Tavşan oğluma fazla zıplamamasını, yoksa kesip suyuna da pilav yapacaklarını söylediler. Biz de çarçabuk gezip canımızı zor kurtardık :))








Gezimiz bitince bize resmen cilve yapan pırıl pırıl açmış güneşe, teşekkürlerimizi sunarak bir banka oturduk. Oğlum etrafa bakınırken biz de son gün için planımızı gözden geçirdik. Bugünü ağırlıklı olarak alışverişe ayırmıştık. 

Önce Şu meşhur baklavacı "İmam Çağdaş" a uğradık. Oradan biraz tadımlık baklava aldık. Ardından da baharat, çerez, yöresel mutfak malzemeleri almak için tavsiye üzerine "Çelebioğlu"na gittik. Oradan epeyce şey aldım. Yeni bir şey daha öğrendim orada. Afedersiniz ama, "Kuş Boku gelmiştir" yazan bir çuval vardı. Ben onu güvercin dışkısı zannettim. Hani gübre diye kullanıyorlar ya, meğer baklavanın içine öğütülüp konulan antepfıstığı cinsinin adıymış bu:) Bize ikram edilen kuş boklarından bol bol yedik :))

Ev yapımı acı ve tatlı biber salçası; saç kınası; kuru patlıcan, biber, bamya; ev yapımı nar ekşisi; sumak, karabiber, acı pul biber, safran (haspir); antep fıstığı; bulgur ( ki onlar simit diyor adına), ince bulgur, frig buğdayı, kırmızı mercimek ve menengiç kahvesi... Aldıklarımızı orada bırakıp güneşin biraz daha tadını çıkarmaya karar verdik. 

Aslında gezilecek daha çok yer var; ancak hem çocuk, hem mevsim, hem de gün yetersizliği nedeni ile oralara bir daha yolumuz düşerse gideriz diye baştan anlaşmıştık. Hayvanat bahçesi, Zeugma müze ve ören yeri, kent müzesi, botanik parkı, eski antep mahallesi gibi.

Biz yürüye yürüye "Kaleoğlu Mağarası" na gittik. Burada eski kilim vs satan dükkanlar, sanat galerileri var. Üst katı da var ama orası pek atıl değil gibi. Oratadaki açık ve geniş avluda ise bir kahvenin masaları sıralanmış. Hava nefis olunca biz de eşimle birer menengiç kahvesi söyledik. Oğlum da güneşlensin diye esnafın avluya çıkardığı kafeslerdeki onlarca kuşa baktı. Bu arada İmam Çağdaş'tan aldığımız baklavaların da tadına baktık. Sanırım Gaziantep'te yediğim en iyi baklava buydu. İmam Çağdaş çok büyük bir restoran. İçerisi oldukça iyi dizayn edilmiş. Ünü de çok İstanbul'da ancak, oralı olanlar kebap konusunda çok önermediler. Baklavası gayet lezizdi, ancak ilgi ve alaka sıfır:) Yarım kilo baklava aldık ve onu kutuya koymayıp, kağıda sarmayı teklif ettiler :) Sanırım meblağ az geldi :)

Orada uzun uzun oturduk. Acıkmış olduğumuzu hissederek, yine tavsiye üzerine Gaziantep'in meşhur sayılabilecek kebapçısı "Çulcuoğlu"na doğru kırdık dümeni. Biraz farklı bir noktada, neyse girdik kapıdan. Meyhanemsi havada dizayn edilmiş ve her taraf kebap kokuyordu. İçerisi de epey kalabalık. Bize bir yer gösterdiler. Oturduk. Şef garson ne istediğimizi sorunca biz de kebap çeşitlerinden karışık istedik. Önce bize ikram olarak ezogelin çorbası ki yarımşar tabaktı ve fındık lahmacun geldi. Ortaya da şekilsiz bir salata ve pancar- lahana turşusu karışık bırakıldı. Garson kızlar çok genç ve mahalle kızı havasındaydı. Her neyse görmemezlikten gelip oğlumuzun da uyumasını fırsat bilip karı koca keyfimize baktık. İlk fiyasko ana yemek için temiz tabak servis edilirken yaşandı. Tabakları göğsüne bastırarak taşıyan kız, eşimin önüne temiz, benim önüme de salça bulaşıklı bir tabak bıraktı :) Gülerek uyarınca da aa abla üstteki tabağın altı kirliydi de ondan bulaşmıştır dedi :) Neyse temiz tabağım geldi. Eşimle sohbet ederken bir an gözüm lahana turşusuna takıldı. Pancar kırmızımsı yapmıştı lahanaları da. Ne kadar da ince doğramışlar diye lahanayı incelerken eşim benden önce davrandı ve bir çatal almak istedi lahanadan. O da ne bizim lahana gözüyle baktığımız şey bildiğiniz ıslanmış peçete çıktı :))) Eşim garson kızları çağırıp sordu, bu peçetenin orada ne işi var ki acaba diye. Safçana kızın özrü kabahatinden de büyüktü. Abla bazı müşteriler tabaklarının hepsini yemiyor, biz de israf olmasın, günah diye onları ayırıyoruz. O müşteriden kalmıştır o peçete dedi... Biz eşimle donduk kaldık. Çok kalender bir insan olmama rağmen içim bulanmaya diğer yediklerimde acaba neler vardı diye aklımdan geçirmeye başladım.

O sırada ortaya kebaplarımız geldi. Ancak ikimiz de kalkma kararı aldık. Eşim çok kibar ve açık bir dille durumu anlattı şef garsona. Borcumuzu sordu, birer çorba ve lahmacun parası dediler. Sesimizi çıkarmadan ödeyecektik ki kasada duran adam olaya müdahale etti ve binbir özür ile çantamıza tomar tomar ıslak mendil doldurdu ne hikmetse :))


Kaçarcasına uzaklaştık oradan. 

Soluğu öğretmen evinde aldık. Sabahtan topladığımız eşyalarımızı da alarak, öğretmen evinin hemen üstündeki "Yeşil Su" isimli çay bahçesinde oturduk. Hesap kitap yaptık ve temiz havayı kokladık.

Eşyalarımızla bir yürüye yürüye Havaşın servisine geldik. Oraya bavullarımızı bırakıp, çok yakında olan ve favori mekanımız Yörem Ev Yemeklerine gittik yine :)) Akşam yemeğimizi orada gönül rahatlığıyla yedik... Bu sefer ben altı yoğurtlu kebap ve eşim de et sote tercih etti. Oğlumuza da kapamalı frig pilavı ve içli köfte söyledik. 


Evetttt gezimiz bitti...

Çok güzel ve eğlenceli bir tatil oldu. Bambaşka bir kültürü gördük. Alışveriş yaptık.

Ancak hayalimdeki gibi çatlayana kadar kebap ve baklava yiyemedim. Sanırım gerçekten de "İyi ustalar İstanbul'a gelmiş" :)))


Selamlar, sevgiler








1 yorum:

  1. :)) ben de safran,frig buğdayı ve kuşbokuyla yapacağın yemekleri merakla bekliycem.buraya koyarsın nasılsa değil mi?
    antepe gidecek olursam bu yazılarını rehber edinicem kendime...

    YanıtlaSil