Zeytin kokan dağlarda elimde sopam, sivri bir kayanın ucuna ilişip güneşin batışını hülyalı gözlerle izlemeyeli o kadar çok oldu ki... Nasıl özledim anlatamam... Yapacak bir şey yok, gidemiyorum...
Şimdi gözlerimi yumuyorum ve kendimi bambaşka bir dünyada, orada hayal ediyorum...
Muhakkak saçları uçuran asi bir rüzgar ya da dizleri yırtan sivri çalılar olmalı bu manzarada. Kıyıda köşede sarı dağ çiçekleri açmış olmalı belki bir kaç tane kırmızı olanlardan da vardır. Ben en çok beyaz olup da tüylü olanlarını severim ama. Onları da hayal ediyorum şimdi.
İlkbaharda yemyeşil fışkıran çimenler kurumuş sapsarı olmuş bu mevsimde... Toprak da yer yer çatlamış zaten. Susuz bir kuraklık hakim dağlara ama yine de bir güzellik, doğallık kaplamış sanki her yeri. Huzur, yumuşaklık ve sessizlik dolduruyor içimi izlerken.
Kayalar üzerinde bir tablo misali renkli likenler gözüme çarpıyor bir anda. Hatta minicik taşların üzerini örtenlerini bile görüyorum. Yavaşça yerden bir taş alıp yanımdaki badem ağacında iri bir bademi nişan alıyorum bununla. Hiç beceremem ki zaten yine ıska...
Vazgeçip ilerideki zeytin ağacına yöneliyorum. İri yeşil zeytinler dizilmişler sıra sıra... Eylülde mevsim dönünce ne güzel etlenecek bunlar. Yere düşmüş ve kuşların gagaladığı bir tanesini alıyorum ve koyuyorum cebime. Eyvah sopamı ilk başta üzerine oturduğum kayaya yaslamıştım. Orada bırakmış olmalıyım. Gidip almaya da üşeniyorum. Dönerken alırım artık. Şimdi uzakta uçuşan bir kuş var onu izlemeliyim. Yerdeki tohumları yemek için daldan dala atlıyor ama bir türlü inemedi yere. Sanırım benim varlığım ürkütüyor onu.
Orada da gözlerimi kapıyorum tam da salkım saçak yapraklarını savuran iğde ağacının altında. Eski sokaklarda dolaştığımı hayal ediyorum mis gibi salça kokan, zeytinyağı kokan mavi boyalı kapılar arasında.
Kediler bile sakindir benim meleketimde hiç korkup da kaçmazlar sizden. Sevin bizi doya doya der gibi...
Ahh ahh ben memleketimin zeytin kokulu boz bulanık dağlarını özledim....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder