28 Şubat 2014

DEREOTLU POĞAÇA


Merhaba sevgili dostlar...

Bu aralar oğlumla her gün didişiyoruz. Okuldan kurt gibi acıkmış geliyor. Akşam yemeği öncesi çok miktarda bir şey yesin istemiyorum. Çünkü o atıştırmak nedir bilmiyor, iyice karnı doysun istiyor. O yiyeceğim diye tepiniyor ben yedirmeyeceğim diye. Bugün o gelmeden bari poğaça yapayım da ondan bir kaç tane yesin, yemeği de geç yeriz artık diye düşündüm, iyi etmiş miyim?

İşte aşağıda dereotlu poğaça tarifim... 



Malzemeler:

2 adet yumurta
1 su bardağı zeytinyağı
250 gr beyaz peynir
dereotu
1 paket kabartma tozu
1 tatlı kaşığı tuz
çörekotu

Yapılışı:

Yumurtayı, yağı, kabartma tozu ve tuzu bir kaba alalım. (Un ve kabartma tozu ayrı bir kapta önce elenerek karıştırılacak.) Karıştırarak yoğuralım. Hamurdan iri mandalina büyüklüğünde toplar koparıp yuvarlayalım ve elimizle ya da merdaneyle biraz inceltelim. Arasına peynirli dereotlu harçtan koyup, istediğimiz şekli verelim. Ben biraz pay bırakıp kapattım ve kalan hamurdan da paralel tarağımsı kesikler yaptım. Yağlı tapsiye dizelim ve önceden 180 dereceye ısınmış fırırnda üstü kızarana kadar pişirelim.

Afiyet olsun....

21 Şubat 2014

KUVVET MACUNU, AMAN HA YANLIŞ ANLAŞILMASIN :))


Selamlar sevgili dostlar;

Saatli maarif takvimine göre ilk cemre havaya düştü bile... Yani bahar kapıda. Gerçi bu sene hiç kış gelmedi ya... Gelecek günlerde de neler olur bilinmez. Belki kar kıyamet?

Mevsimlerin şirazesi kayınca hastalıklar da Paris moda haftası gibi her sene halden hale girerek gelir oldular. Büyüklerimiz zamanında bir grip, bir nezle varken şimdilerde gribin 50 çeşidine yakalanıyoruz adı kış olan aylarda...

Allah'a şükür bizim evde pek sık hasta olan olmaz. Benim çıktığım evde de böyleydi bu. Annemle babam deyim yerindeyse el arabası ile meyve sebze taşırlardı eve. Şimdi biz de oğlumuz ve kendimiz için doğal ve kararında bir beslenme düzeni uygulamaya çalışıyoruz. Her çeşitten az ve öz tadıyoruz. Hasta olunca da ilaç kullanmamaya ve doğal sürece destek olacak şekilde takviyelerle iyileşmeye çalışıyoruz.

Neyse ...

Bu sene özellikle 3 yaşındaki oğlum için salgınların en bol olduğu dönemde (-ki bu dönem oğlumun okula başladığı ve çeşit çeşit bakteriyle/virüsle bağışıklık sisteminin tanıştığı döneme denk geldi :)- ) bir önleyici kür uyguladık. Hafif burun akıntısı ya da öksürük hissedince de bu yöntem korudu bizi çok şükür.

Sabah kalkınca aç karnına 3-5 ceviz içi, fındık, badem, kuru üzüm. Ardından kocaman bir tatlı kaşığı yukarıda fotoğrafı olan ve aşağıda yapımını paylaşacağım Zencefilli Bal. Ağzımız temizlensin diye de kocaman bir bardak ılık limonlu su. Kahvaltı, öğlen ve ikindi öğünlerini okulda yiyor. Okul dönüşü 1 adet meyve ya da meyve suyu (genelde nar-mandalina ve portakalı karıştırdım, suyunu verdim). Akşam yemeğinden sonra da yatma öncesi yine bir tatlı kaşığı Zencefilli Bal...

Siz de deneyin ferah tadı ile çocuğunuz da sevecektir eminim...

Allah bol şifa ve sağlık versin herkese...

ZENCEFİLLİ BAL MACUNU

1 yumru taze zencefil
1 adet yatak limon
yeteri kadar bal

Önce aşı olmamış, olabildiğince doğal limonun (mümkünse içi çekirdekli olanı tercih edin.) dış kabuğunu yıkayın. İnce ince dilimleyerek küçük bir kavanoza yerleştirin. Taze kök zencefilin dış kabuklarını soyun. İnce rende ile yarısını rendeleyip kavanoza koyun. Kalan yarının yarısını ince ince dilimleyin. Diğer parçayı da bütün olarak kavanoza atın. Üzerine de kavanozu dolduracak kadar hakiki balla doldurun. Bu karışımı bir gün buzdolabında bekletip kullanmaya başlayabilirsiniz. Yaklaşık bir ay kullanabilirsiniz.

14 Şubat 2014

ADET YERİNİ BULSUN, SONRA BU KONU HAKKINDA YAZMADI DENMESİN...

Bugün evlilik teklifi almamın üzerinden 5 yıl geçti. 

Bir çok genç kızın yaşadığı gibi 14 Şubat' ta evlilik teklifi aldım  :))

 
Aslında bu beş yıl içinde hayatımda o kadar şey başladı ve bir o kadar şey de bitti... 

En başından başlamalıyım belki de anlatmaya... 

Genç kızlığın o ilk hülyalı yıllarında bir sürü hayaller peşinde koşardım. Bambaşka, daldan dala hayaller. Hepsini anlatmayayım da konu ile ilgili olanı seçeyim bari sizin için..

Ömrümü armağan edeceğim, seveceğim ve sevdiğinden bir an bile şüphe etmeyeceğim bir adam çıkacaktı karşıma evvela. Onunla tanışma hikayemiz türlü türlüydü. İlle de masalsı ama... 

Bir at sırtında karşılaşmalıydım onunla, dağ bayır gezerken yolunu kaybetmiş yakışıklı da at üstünde. Ben ona kaybettiği yolunu tarif edecektim, o da bana yıllardır sevilmemekten yosun tutmuş kalbimi yıkayacak güneşini verecekti...

Ya da balık avlamaktan dönerken yorgun sandalımı onarmama yardım eden bir balıkçı... Dünyanın kahpeliğine inanmış, yaşamın özünü denizlerde, sakin limanlarda bulmuş bir balıkçı... O benim sandalımı onaracaktı, ben de onun aşka inanmayan kalbini...

Bir Zeytindağlı çoban hikayem var ki ona hiç girmeyeyim. Annem bile inanıp ağzımdan "Zeytindağ" çıkmasını yasaklar olmuştu :) Zeytindağ Bergama'ya bağlı bir minik Ege kasabasıdır. Çandarlı körfezinin tüm güzelliğini tepeden sakince seyreder durur. Taa evlendikten sonra eşimle bir görmeye gittim, gerçekten çobanı var mıdır diye :)) Elim boş döndüm tabii...

Üniversite, master yılları bitti. İyileşmiş ancak yaşanılan hüzünleri unutmamış, "gerçek" aşkı arayan kalbimle bir başıma kalakaldım...İş hayatına atılınca hayat koşturmacası beni hayallerden uzaklaştırmadı, tam tersine daha da sıkı sarıldım hepsine... Atlıyı da, balıkçıyı da, çobanı da unutmadım...

Sonra ne mi oldu, gittim hiç bir genç kızın tabii ki hayalini kurmadığı gibi, klasik, dümdüz ve hiç bir aşk romanında yazmadığı şekilde çalıştığım şirkette, çalışma arkadaşıma aşık oldum. :))

Onu çok sevdim...

Onda biraz gezgin atlıyı, biraz boş vermiş balıkçıyı, biraz da aşkını dağlarda arayan çobanı gördüm... Ve benim bile hayal edemediğim yüzlerce güzel şeyi... 

Evlendik, el ele, gönül gönüle verdik... 

İşte hayallerimde bu yüreği de bileği kadar güçlü delikanlıyı tanıyıp bir yuva kurduktan sonra sıra miniş ve tatlı bir bebeğe geliyordu. Gürbüz, mis kokulu, tatlı bir bebeğimiz olacağını hayal ederdim...

Ancak şimdi dönüp bakıyorum ki bir bebek olduktan sonrasını hiç hayal etmemişim. Bende son sahne mutlu anne, gururlu baba ve kucakta nur topu gibi bir bebek. Hiç devamını kurmamışım o ilk gençlik yıllarımda.Keşke kursaymışım devamını da.

Çocuk sahibi olmak dünyanın en güzel şeyi belki de... Güzelliklerini yaşayan herkes bilir. Ancak şöyle de bir gerçek var ki; çocuk dediğin yüze inen bir Osmanlı tokadı gibi. Şrakk diye şaklayarak adamı hayal dünyasından gerçek aleme bir anda döndürüverir...

:)


Selametle canlar.....

SEVGİLİ OTLARIM SİZE MERHABA DİYOR...

Ege Pazarından aldım... Tazecik karışık ot... Şevket-i bostan, arapsaçı, ebegümeci, turp otu, gelincik....