11 Nisan 2012

BENİM HİKAYE BAHÇEM ... 3 ...


Merhabalar...

Üçüncü bölümle karşınızdayız bahçem ve ben... Kaçırdıklarınız burada ve şurada....

Bu üç güzel, oğlumun odasının balkonumuza bakan penceresini süslüyor. Fotoğrafa dikkatli bakarsanız oyuncaklarımızı, yatağımızın ucunu ve koltuğumuzu bile görebilirsiniz. Oğlum her sabah uyanınca perdeleri "ıh ıh ıh" diyerek açmamı istiyor ve çiçeklerine bakıyor. Onları beraber suluyoruz. Şimdilik çiçeklerin, yapraklarına "cici" yapınca ve koklayınca büyüdüğünü sanıyor. İlerde büyümeleri için başka şeylere de ihtiyaç duyduklarını öğrenir diye umuyorum.... 

Menekşe bana evimizi hatırlatır hep. Küçükken annem de toprak saksılarda yetiştirirdi renk renk. Hatta yapraklarından çoğalttığını hatırlıyorum. Çok severdim bu faslı. Su dolu bir çay bardağına yaprağı koyardık ve ucundan saçaklı köklerin çıkmasını beklerdik günlerce. Kökler çıkınca da doğru yeni bir saksıya. Genelde annem yaralanmış ve bir kaza sonucu kopmuş yaprakları suya koyar ve çoğaltırdı. Buradan itiraf ediyorum ki bazen bilhassa koparır ve onların köklenmesini izleyebilmek için anneme " aaa, bak kırılmış anne, gel köklendirip dikelim" derdim, çocuk aklıyla.... Görünce bir pembe bir de mor menekşe aldım. Bakalım sevecekler mi yerlerini...
Ortadaki güzel ise noel çiçeği... Onunla ilk tanışmamız... Daha önce bir noel çiçeğim olmamıştı hiç...Umarım uzun ve güzel bir birlikteliğimiz olur...
Ucu görünen masanın üzerinde ise bizim oralarda "tartamak" (poşuya öyle derler) denen, erkeklerin bağ, bahçe işine giderken kızgın İzmir güneşinden korunmak için kafalarına sardıkları örtüyü göreceksiniz. Geçen sene Ödemiş pazarından ısmarlamıştım bir arkadaşıma. Sahi Ödemiş pazarı demişken gidip bir görün derim eğer kasaba pazarlarını sevenlerdenseniz... O ne renk, ne cümbüştür öyle...


Alttaki fotoğrafta ise küpe çiçeğim, yanında yukarıda bahsettiğim menekşeler, buğday çimim, yanında noel çiçeğim, sakız sardunyam ve begonyam var. Sağdaki ise daha evvel bahsettiğim Bergen...




Küpe çiçeği çocukluğumun çiçeği... Babamın anneannesinin -ki biz ona "nine" derdik- Menemen'de taştan bir yer evi vardı. Kapıdan girince küçük bir iç avluya çıkılır oradan da 10-15 basamak yukarıda evin kapısına ulaşılırdı. Bu küçücük avluda ve bahsettiğim merdivenlerde yengemin, ninemin bir sürü saksı çiçekleri sıralanırdı.

Menemen'de bağcılık yaparlardı ninem, büyük dayım ve yengem. Üzüm bağları ve bir sürü meyve ağaçları vardı kanal boyunca. Babamın çocukluğu da hep bu bağda geçmiş. Bir astsubay olan dedemin tayini çıkıp da İzmir'den ayrıldıklarında yaz tatillerini bekler olmuşlar halamla ikisi. Sonra kendi de Kuleli'ye başlayınca bağa ve çocukluk günlerinin özgürlüğüne özlemi daha da artmış. Neyse sonra bizler olmuşuz, azıcık gözümüz açılır açılmaz ben de İzmir, Menemen ve bağ günlerini iple çeker oldum çıktım... Her yaz hatta en ufak her tatili fırsat bilip, başka yerlerde tatile de gidiyor olsak muhakkak uğradık bağa. O günleri düşününce gözümün önüne eski bir bağ evi geliyor. Geniş bir düzlüktü önü. Kenarlarında patlıcan, biber, domates ekiliydi. Tam köşede ise topraktan bir fırın yapmıştı yengem. Orada çok şenlikli geçerdi günler. Çeşit çeşit sebze, meyve gani... Ağaçlara tırmanmak, börtü böceği izlemek, kanaldaki kurbağaları yakalamak için paçaları sıvayıp yarışmak... Menemen Rum, Selanik ve diğer Balkan ülkelerinden çok göç almış zamanında. Mübadelede Balkanlar'a gidenler malını mülkünü götürememiş ve geri döneriz umuduyla hep bir yerlere saklamışlar. Hele bir sene hiç unutmam bu gömüleri bulup zengin olanların hikayeleri sarmıştı tüm Menemen'i. Ben de  elime çapa, kazma, kürek alıp kazmış da kazmıştım güneşin alnında.....

Ohooo burada anlatacak çok hikaye var. Sonra yazayım bunları ben en iyisi... Biz yine dönelim çiçeklerimize...

İşte o avluda ve merdivenlerde küpe çiçekleri olurdu renk renk. Bütün gün bağda bahçede uğraşan, ter döken bu insanlar, doğayı, yeşili o kadar çok severlerdi ki evlerinde de bir sürü yeşile analık, babalık ederlerdi. Ben de o günlerin anısına aldım, koydum bir tane... Şimdi büyük büyük nineden kalma bir mirasmışçasına gözünün içine bakıyorum çiçeğimin.

Buğday çimi de neyin nesi diyecek olursanız ben salata niyetine yiyiyorum onları :)

Sardunyalar sakız... Foça'dan babamın kuzeninden almıştım onları. İşte o bahsettiğim bağ evinin kızlarından biridir o. Foça'da yaşıyor yazın eşi ve oğullarıyla. Oğluma hamile olduğum yaz ziyaret etmiştim kendisini. O günden bana hatıra ıspanaklı kek  ve bu sardunyalar kaldı. Açınca çok güzel oluyorlar, yapraklarını ezince de o kendine has kokusu....

Gelelim son çiçeğimize... Bir begonya türü. Biz İzmir'de onun adına başka bir şey deriz de buradan yazmayayım şimdi, malum çoluk çocuk okuyor... Neyse bu begonyanın hikayesi de şöyledir; Eşimle aynı işyerinde çalışıyorduk biz, orda tanıştık, evlendik... Çok duyarlı ve zarif bir insandır kendisi. Bir gün tüm bayanlara vermek üzere elinde birer saksı ile geldi. O vermişti bana bu begonyayı. Tabi pırıl pırıl yaprakları ve kıpkırmızı çiçekleri ile şahaneydi. Sonra evlenince evimize aldım. Geçen yaz İzmir'e giderken kayınpederime bırakmıştım bakması için. O da bilememiş herhalde kurumuş zavallıcık. Kurudu diye atmamışlar, saklamışlar bana göstermek için, toprağı da ziyan olmasın diye yanına 3-4 kök acı süs biberi dikivermişler. Biberler kuruyunca güzelce budadım köküne kadar. Eh bu baharda canlanacak gibi garibim...

İşte böyle dostlarım benim hikaye bahçemden hikayeler dinlediniz...

Selametle...

2 yorum: