Bugün evlilik teklifi almamın üzerinden 5 yıl geçti.
Bir çok genç kızın yaşadığı gibi 14 Şubat' ta evlilik teklifi aldım :))
Aslında bu beş yıl içinde hayatımda o kadar şey başladı ve bir o kadar şey de bitti...
En başından başlamalıyım belki de anlatmaya...
Genç kızlığın o ilk hülyalı yıllarında bir sürü hayaller peşinde koşardım. Bambaşka, daldan dala hayaller. Hepsini anlatmayayım da konu ile ilgili olanı seçeyim bari sizin için..
Ömrümü armağan edeceğim, seveceğim ve sevdiğinden bir an bile şüphe etmeyeceğim bir adam çıkacaktı karşıma evvela. Onunla tanışma hikayemiz türlü türlüydü. İlle de masalsı ama...
Bir at sırtında karşılaşmalıydım onunla, dağ bayır gezerken yolunu kaybetmiş yakışıklı da at üstünde. Ben ona kaybettiği yolunu tarif edecektim, o da bana yıllardır sevilmemekten yosun tutmuş kalbimi yıkayacak güneşini verecekti...
Ya da balık avlamaktan dönerken yorgun sandalımı onarmama yardım eden bir balıkçı... Dünyanın kahpeliğine inanmış, yaşamın özünü denizlerde, sakin limanlarda bulmuş bir balıkçı... O benim sandalımı onaracaktı, ben de onun aşka inanmayan kalbini...
Bir Zeytindağlı çoban hikayem var ki ona hiç girmeyeyim. Annem bile inanıp ağzımdan "Zeytindağ" çıkmasını yasaklar olmuştu :) Zeytindağ Bergama'ya bağlı bir minik Ege kasabasıdır. Çandarlı körfezinin tüm güzelliğini tepeden sakince seyreder durur. Taa evlendikten sonra eşimle bir görmeye gittim, gerçekten çobanı var mıdır diye :)) Elim boş döndüm tabii...
Üniversite, master yılları bitti. İyileşmiş ancak yaşanılan hüzünleri unutmamış, "gerçek" aşkı arayan kalbimle bir başıma kalakaldım...İş hayatına atılınca hayat koşturmacası beni hayallerden uzaklaştırmadı, tam tersine daha da sıkı sarıldım hepsine... Atlıyı da, balıkçıyı da, çobanı da unutmadım...
Sonra ne mi oldu, gittim hiç bir genç kızın tabii ki hayalini kurmadığı gibi, klasik, dümdüz ve hiç bir aşk romanında yazmadığı şekilde çalıştığım şirkette, çalışma arkadaşıma aşık oldum. :))
Onu çok sevdim...
Onda biraz gezgin atlıyı, biraz boş vermiş balıkçıyı, biraz da aşkını dağlarda arayan çobanı gördüm... Ve benim bile hayal edemediğim yüzlerce güzel şeyi...
Evlendik, el ele, gönül gönüle verdik...
İşte hayallerimde bu yüreği de bileği kadar güçlü delikanlıyı tanıyıp bir yuva kurduktan sonra sıra miniş ve tatlı bir bebeğe geliyordu. Gürbüz, mis kokulu, tatlı bir bebeğimiz olacağını hayal ederdim...
Ancak şimdi dönüp bakıyorum ki bir bebek olduktan sonrasını hiç hayal etmemişim. Bende son sahne mutlu anne, gururlu baba ve kucakta nur topu gibi bir bebek. Hiç devamını kurmamışım o ilk gençlik yıllarımda.Keşke kursaymışım devamını da.
Çocuk sahibi olmak dünyanın en güzel şeyi belki de... Güzelliklerini yaşayan herkes bilir. Ancak şöyle de bir gerçek var ki; çocuk dediğin yüze inen bir Osmanlı tokadı gibi. Şrakk diye şaklayarak adamı hayal dünyasından gerçek aleme bir anda döndürüverir...
:)
Selametle canlar.....
Bir çok genç kızın yaşadığı gibi 14 Şubat' ta evlilik teklifi aldım :))
Aslında bu beş yıl içinde hayatımda o kadar şey başladı ve bir o kadar şey de bitti...
En başından başlamalıyım belki de anlatmaya...
Genç kızlığın o ilk hülyalı yıllarında bir sürü hayaller peşinde koşardım. Bambaşka, daldan dala hayaller. Hepsini anlatmayayım da konu ile ilgili olanı seçeyim bari sizin için..
Ömrümü armağan edeceğim, seveceğim ve sevdiğinden bir an bile şüphe etmeyeceğim bir adam çıkacaktı karşıma evvela. Onunla tanışma hikayemiz türlü türlüydü. İlle de masalsı ama...
Bir at sırtında karşılaşmalıydım onunla, dağ bayır gezerken yolunu kaybetmiş yakışıklı da at üstünde. Ben ona kaybettiği yolunu tarif edecektim, o da bana yıllardır sevilmemekten yosun tutmuş kalbimi yıkayacak güneşini verecekti...
Ya da balık avlamaktan dönerken yorgun sandalımı onarmama yardım eden bir balıkçı... Dünyanın kahpeliğine inanmış, yaşamın özünü denizlerde, sakin limanlarda bulmuş bir balıkçı... O benim sandalımı onaracaktı, ben de onun aşka inanmayan kalbini...
Bir Zeytindağlı çoban hikayem var ki ona hiç girmeyeyim. Annem bile inanıp ağzımdan "Zeytindağ" çıkmasını yasaklar olmuştu :) Zeytindağ Bergama'ya bağlı bir minik Ege kasabasıdır. Çandarlı körfezinin tüm güzelliğini tepeden sakince seyreder durur. Taa evlendikten sonra eşimle bir görmeye gittim, gerçekten çobanı var mıdır diye :)) Elim boş döndüm tabii...
Üniversite, master yılları bitti. İyileşmiş ancak yaşanılan hüzünleri unutmamış, "gerçek" aşkı arayan kalbimle bir başıma kalakaldım...İş hayatına atılınca hayat koşturmacası beni hayallerden uzaklaştırmadı, tam tersine daha da sıkı sarıldım hepsine... Atlıyı da, balıkçıyı da, çobanı da unutmadım...
Sonra ne mi oldu, gittim hiç bir genç kızın tabii ki hayalini kurmadığı gibi, klasik, dümdüz ve hiç bir aşk romanında yazmadığı şekilde çalıştığım şirkette, çalışma arkadaşıma aşık oldum. :))
Onu çok sevdim...
Onda biraz gezgin atlıyı, biraz boş vermiş balıkçıyı, biraz da aşkını dağlarda arayan çobanı gördüm... Ve benim bile hayal edemediğim yüzlerce güzel şeyi...
Evlendik, el ele, gönül gönüle verdik...
İşte hayallerimde bu yüreği de bileği kadar güçlü delikanlıyı tanıyıp bir yuva kurduktan sonra sıra miniş ve tatlı bir bebeğe geliyordu. Gürbüz, mis kokulu, tatlı bir bebeğimiz olacağını hayal ederdim...
Ancak şimdi dönüp bakıyorum ki bir bebek olduktan sonrasını hiç hayal etmemişim. Bende son sahne mutlu anne, gururlu baba ve kucakta nur topu gibi bir bebek. Hiç devamını kurmamışım o ilk gençlik yıllarımda.Keşke kursaymışım devamını da.
Çocuk sahibi olmak dünyanın en güzel şeyi belki de... Güzelliklerini yaşayan herkes bilir. Ancak şöyle de bir gerçek var ki; çocuk dediğin yüze inen bir Osmanlı tokadı gibi. Şrakk diye şaklayarak adamı hayal dünyasından gerçek aleme bir anda döndürüverir...
:)
Selametle canlar.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder