20 Aralık 2013

BLOG FIRTINASI 19. ve 20. GÜN KOÇ ÇOCUK

Merhaba arkadaşlar,

Dün yazamadım, karnı burnunda kız kardeşimi görmeye gittim. Sayılı günü kaldı. Bir kızımız olacak kısmetse...

İyi ki de yazmamışım. Böylece aşağıdaki komik anımla - ki bunu daha önce paylaşmıştım sizinle burcumun özelliklerini birleştirdim :))

Sahi size 19 ve 20. günün konularını hatırlatayım : 

19. Çocukkenki halinizi hikayenizdeki bir karakter olarak anlatın.

20.Burcunuzun özellikleriyle bir karakter veya bir dünya yaratın.

Ben bir Koç burcuyum. Yükseleni aslan olan bir koç burcu. Burcumun çoğu özelliğini taşırım. Dürüst, lider, heyecan peşinde, hayalci, öncü, yenilik arayan, maymun iştahlı :))

Ancak azmin zerresi yok bende...

İşte size bol tahlil çıkaracağınız çocuk Nilar :))

Okuyun ve biraz eğlenin


ZEKA: EYVALLAH, AHLAK DERSEN TAMAM.... ANCAK ÇEVİKLİK BEN DE YOK...

3 yaşındaki oğlum iki üç gündür okuldan gelince yere sırt üstü uzanıp havada ayaklarını sallıyor. "Anne ben bisikletimi çeviriyorum" diyor ne yapıyorsun sen diye sorunca...

Sonra minderin başına gidiyor elleri ve başı yerde popo havada yaylanıyor... Bir ileri bir  geri... Yok popo ağır geliyor ki kaldırıp ta kendini döndüremiyor. Ya da henüz cesareti yok. Hoop kolları gevşiyor sonra patates çuvalı gibi yana devriliveriyor.

Haydi oğlum ha gayret elini sağlam bas, poponu kaldır, ittir kendini diye cesaret vermeye çalışıyorum, nafile...

Kendiyle baş başa bırakıp geçtim kenara... Onu izlerken bazı anılar canlandı gözümde... Öyle yüzünüze tatlı, pembe bir tebessüm halinde yayılan anılar değil bunlar. Acı bir tokat gibi yüzünüzde şaklayan, gözünüzü yaşartıp, kulağınızda çınlayan anılar...

Yıllardır üzerini özenle örtmeye çalıştığım ve bilinçaltımın en karanlık köşelerine koli bantlarıyla sarıp sakladığım anılar...

Ortaokul yıllarında çabucak ergenliğe girmiş ve akranlarından kilo, boy, endam gelişmişlik anlamında önde giden kızların sıkıntıları aynıdır. Ne çocuksun, ne de bir genç kız... Bu her haline yansır. Kambur durursun, sesin cılız kedi miyavlaması gibi çıkar. Saçına, başına acayip şekiller verirsin, kazak kollarını uzatır, eteğini kıvırırsın. Ama annen ille de o çoban abası gibi haki yeşil yünlü paltoyu giydirince bütün havan söner. Botların ve yün çorapların da yanında kaymaklı ekmek kadayıfı...

İşte tam da o günlerde anan, baban, kardeşin yetmezmiş gibi beden eğitimi dersi de düşman olur sana. Kızların en uzunu olduğun için ya en başta, ya en sondasındır. Sap gibi göze batarsın yani koşarken, aman araya kaynayayım da kamufle olayım diyemezsin. Bi çare koşarsın, koşarsın amma seninle bir, hatta bazen senden bağımsız kafasına göre takılan parçaların da koşar coşkuyla... : D Kambur dururken koşmak da o kadar zor ki koşucu  Elvan kadar çaba harcarsın, net....

Lise yıllarında "bağımsızlık benim karakterimdir" diyen uzuvlarına öyle bir gem vurusun ki, sımsıkı sana bağlı ve sözünden çıkamaz olurlar. Artık koşmak işkence değildir senin için. Hem o uyuşuk, çocuksu ama genç kız havasından çıkar, biraz daha aklı başında, özgüvenli, tazecik bir genç kız oluverirsin bu yıllarda.

Ancak gel gelelim Beden eğitimi dersi hala işkencedir. Taklası, baklası yetmezmiş gibi; voleybolundan, basketboluna kol kola gelirler üstüne dalga dalga.

Yok olmaz bir türlü, olmadı da... Hayatım boyu barışamadım... Millet fiziğim, kimyam, matematiğim diye göz yaşı dökerken ben lisede hep beden eğitimi dersinden kurtarma sınavlarına girdim.

Beden eğitimi öğretmeni çeker afilli eşofmanları üstüne şöyle böyle diye anlatır işin estetiğini. Evet beynim algılar ancak beynim bunu bir türlü elime koluma anlatıp da kıçımı yuvarlayıp başımın üstünden ayaklarımı hooop atma işini yaptıramaz... Derste denersin üç beş... Sıranın en arkasına geçip, orada kaynak yaparsın otobüs sırasının tam tersi misali... Beyler kaynak yapmayalım aloo, hooop... Zil çalar da belki rezil olmaktan kurtulurum dersin şeytanca...

Allah'ın sevdiği kuluysan çalar da zaten. Ancak tam zil eşliğinde işittiğin cümleler kaynar sular olup dökülür başından... Afilli eşofman der ki " Çocuklar haftaya takla attırıcam, olmadı amuda kaldırıcam..."

Eve gidince sünger minderin başında tam bir hafta boyu aynı manzara. Elleri yerde, poposu havada, gözü yaşlı bir kız. Poposuna koç başı misali dayanmış bir kafa, haydi abla ittir kendini, at şu taklayı diyen bir kız kardeş... Düzünü hakettik de bir de tersi var bu taklanın...

Vallahi oğlum ilk "anne" dediğinde , kardeşimin ittirme, kaktırmaları neticesinde adam gibi takla attığım zamankinden çok da fazla sevinmemişimdir gibime geliyor şimdi.

Her gün biraz daha biraz daha gayret gösterir ve bir haftayı bulursun sonunda.

Büyük gün gelir. Afilli eşofman sırayla sözlüye çağırır seni. Sahi bu bana haksızlık gibi gelir hep. Yazılı sınavlar  sırasında kendin ve kağıdın baş başa olursun. Yazar çizersin efendi gibi de çıkarsın sınavdan. Uygulamalı sınavlarda ise cümle alem senin poponu kaldıramayışına, eline koluna hakim olamayışına şahit olur. Azıcık itibarın, karizman varsa o da yerle bir olur. Hele bir de sınıftan birine hafiften yanıksan rezilliğin biri bin para olur resmen.

Besmele çeker geçersin minderin başına. Afilli eşofman komutrları verir ama senin kulağın duymaz o ara. Bir feyizli hatim edasıyla fısır fısır bildiğin duaları en ağdalı tonda okursun içinden.

Sonra ne mi olur?

Ben sana söyleyeyim, taklayı atarsın minder hizasında değil de yanda bekleşen arkadaşlarının ayakları üstünde... Sonra bir can havliyle kalkarsın yerinden başın döner... Sıradaki yerine değil de "Allah'ım sana geliyorum" misali seyirte seyirte, gözlerin bel bel bakarak afilli eşofmanın üstüne üstüne yürürsün..." Başın döndüğü için şeşle beşi karıştırırsın yani...

Finalde ise bir hafta daha arkandan el, sırt kafa seni ittiren bir kardeşle kurtarma sözlüsüne çalışmak vardır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder